20 Kasım 2007 Salı

Bir Evin Hikâyesi (II)

Kışları severim. Ne kadar soğuk görünse de aslında sıcacıktır kalbi. Fazla uğraşmaya gerek yok. Sıcak bir yuva ve sizi bekleyen sevdikleriniz, buz gibi ve koskocaman bir kışı ısıtmaya yeter de artar bile. Kalanıyla da ilkbaharı karşılarsınız.

Kimilerimizin böyle bir şansı oldu, kimimizin ise olamadı. Fakat inandığım şudur ki, herkesin kalbinde böylesine sıcak bir yuva hayali her daim yer etti.

Bir hayali gerçekleştirebilmek için önce onu tanımlamak gerekir. Ufacık bir sebeple başlar aslında tüm hayaller ve bir hayalle gerçek olur kalplerdeki dilekler.

Ben de size bir hayal getirdim, belki bir sebep olur ve siz de kalbinizde kendinizinkini yaratırsınız.

İçten gelen bir şiirle başladı her şey, “Bir Sokağın Hikâyesi”. Bir sebepti bu ve devam etti…

Keyifli bir şekilde yürüdüm o sokakta. Bir yanda sokak lambaları vardı, dilleri olsa kim bilir neler anlatacaklardı. Kafamı kaldırıp o yaşlı ve asil sokaktaki Eski İstanbullulara baktım. Her biri bambaşka hikâyeler barındıran zarif Nişantaşı apartmanları. Emlak Caddesi’nde (nam-ı diğer Abdi İpekçi) sıra sıra dizilmişlerdi birer inci gibi. İçlerinden birine yaklaştıkça kalbimdeki sıcaklık biraz daha arttı. 131 numaralı İpek Apartmanıydı bu hissin sebebi. Ana kapıdan içeri girdim ve merdivenleri birer birer çıkmaya başladım. Asansör de var fakat her bir merdiveni teker teker çıktığınızda ve soluklarınız da bu orantıda hızlandığında vardığınız hedefin değerini daha iyi anlıyorsunuz.

Dairemin kapısına ulaştığımda o sıcaklık iyiden iyiye kalbimi ısıtmaya başladı. Kapıyı açtım ve bir adım attım. Siyah ve beyaz taşların uyumu, bu iki temel ve asil rengin kapladığı antrede karşıladı beni. Buradan oldukça geniş olan salonuma geçtim. Tam karşımdaki sade ama bir o kadar da hoş duran koltuk takımının hemen ötesindeki ufak cumba takıldı gözüme. Caddeye bakan bu sevimli cumba hava karardığında boyundan büyük işlere kalkışıp nice hararetli sohbetlerle ağırlamıştı dostlarımı.

Rutin olmayı sevmedim hiçbir zaman. Bu, evime de yansımalıydı. Yuvanız, birileri sorduğunda sizi anlatamıyorsa, sizi o kadar iyi tanımıyorsa, bir ömür nasıl paylaşılır ki o yuvayla?

Salonun sağ tarafı, ince fakat çok yüksek olmayan bir duvarla kendini gizlemiş bambaşka bir mekâna açtı kapılarını. Siyah ve beyaza bir de kırmızı dahil olmuştu burada. Hararetli tartışmalardan sıyrılıp nice filmlerin, oyunların arasında kaybolmak, kendini bambaşka diyarlarda bulmak üzere tasarlanmış bir eğlence bölümüydü burası. Mola verip derin bir nefes almak için ise ufacık bir balkon mevcuttu caddenin coşkusu ve renkleriyle bütünleşen.

Geri gelip odadan çıktım. Salonun sol tarafında ise en lezzetli yemeklerin yendiği, farklı parke döşemeleri ve tablolarla bezenmiş yemek bölümüne şöyle bir baktım. Yuvarlak formdaki masa konuklarımın kendilerini özel hissetmelerini sağlarken ona Büyük İskender Heykeli ve Rönesans tabloları eşlik ediyordu.

Servis kapısından çıktım ve holde salondan bir sonra gelen mutfak kapısına yöneldim. Türk kültürü ile yoğrulmuş ve oradan tüm dünyaya açılmış enfes yemekleri yaratabilmek için bu kabiliyete sahip bir mutfak gerekirdi. Değişik lezzetlerin oluşmasına ilk katkıda bulunan buzdolabıyla başlayan, yemeğe doğal bir tat verecek harlı ocakla devam edip, duvara monte edilmiş taş zeminli gömme fırınla son bulan tezgâhın öyküsüne, ortadaki uzunlamasına set ve girişi köşede olan kiler de eşlik ettiler.

Mutfaktan çıkıp uzun holde iç taraflara doğru yürümeye başladım. Sokak lambası formundaki hol lambalarına eşlik eden Eski İstanbul gravürleri her seferinde beni alır ve bir zaman tünelinden geçirerek tüm zamanların o asil şehrinin eski dönemlerine götürürdü. Bu yolculukta türlü anılar da bana eşlik eder, kimi zaman gözlerimde hafif bir ıslaklık ve yüzümde hoş bir tebessüm bırakırdı.

Yolculuğun sonunda sağda ufak bir misafir banyosu vardı. Kim bilir belki de herkesin kendi yolculuğuna çıkması için orada konumlanmıştı.

Holün bitiminde ufak bir antre daha vardı. Bu ikinci meydan aynı zamanda özel yaşantımın da meydanıydı. Karşımdaki sürgülü kapının sağ tarafı yatak odama açılıyordu. Bir tarafında küçük gardırop odası diğer tarafta ise lale şeklinde bir aydınlatma ile gizlenmiş ufacık ve kişiye özel bir çalışma kısmı. Sediri güzelliğine eşlik eden seçkin oturma elemanı da cabası. Odanın ana bölümündeki kırık beyaz renklere porselen aydınlatma takımları eşlik ediyordu.

Bu güzel odaya bir kez daha bakmak için geri geri çıktım ve tam karşısındaki banyoya yöneldim. Ufak odacıklardan oluşan banyonun her bir odasının ayrı bir serüveni vardı. Günün ve iş hayatının yorgunluğunu üzerimden atacak olan duş, sağ tarafta bir bölmeye gizlenmiş, adeta kapı eşiğinden;

-“Bir dakika bakar mısınız, size bir teklifim var” diyerek sizi bulunduğunuz mekândan çekecek gibi bakıyordu. Uzun bir formda olan banyonun sonunda, lavabo ve klozet bölmelerini geçince saklı bir cennet görünümündeki jakuzi karşılıyordu beni. Sanki tüm günün mükâfatı gibi bekliyor ve usta bir masör gibi duyularıma hitap ediyor, sahip olduğunuz beş duyuya meydan okurcasına altıncısını sunuyordu adeta.

Son olarak ise banyodan çıkıyor ve en özel odama geçiyorum. Banyonun tam karşısında, bir tarafı yatak odasına açılan sürgülü kapının diğer gizli sürprizi olan çalışma odası. Raflar, bilgisayar ve benzeri şeyler için tasarlanmış köşe masası ve konuklarımı ağırladığım oturma grubunun dışında beni en iyi yansıtan öğelerden biri olan çalışma masam mevcut. Üzerinde ise birçok özelliği ile bana ilham kaynağı olmuş kutup yıldızı var adeta kararlı bir şekilde parlarcasına. Arka cepheye bakan, çiçeklerle bezenmiş balkonu da cabası.

Bu son odadan da çıktıktan sonra bir an için durup bir tebessüm molası veriyorum. Sonrasında o tebessümü de alıp tekrar başladığımız yere, yani salona doğru yol alıyorum. Pencereye doğru yaklaşıp dördüncü kattaki evimden şöyle bir sokağa doğru bakıyorum yanımda getirdiğim o huzurlu tebessümle.

Bir yazıyla devam etti her şey, “bir sokağın hikâyesi” ile. Vesile oldu hayallere ve duygulara. Ne zaman gerçek olur bilemem ama şu anda sizinle bu satırları paylaşacak noktaya getirdiyse biliyorum ki doğru yolda.

Hayal kurmaktan korkmayın, bir sebep bulmaktan çekinmeyin. İnanın bana bir gün bakacaksınız ki sizin hayal ettiğinizden bile fazlasını vermişler size.

Sevgilerimle…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder