İktidarın,
muhalefetin her gün birbirilerine başka kesici aletlerle “bel altından”
vurmalarını bir kenara bırakıp, etrafımızda olan bitenlere bakmanın daha fazla
“karın doyuracağını” düşünüyorum.
Zira
bugünlerde “öteki” gündem oldukça yoğun.
Bazıları
pek oralı olmasa da...
Son
günlerde Pozantı Cezaevi skandalı ile yeniden gündeme gelen çocuk istismarı
konusu da, aile içi şiddet gibi ülkemizin ezelden beridir kanayan en önemli
yaralarından biri oldu bugüne kadar.
Zaman zaman
sesler çıksa da, kalıcı çözümler bulunmadıkça ve yapılanlar “gerçek anlamda”
cezalandırılmadıkça, benzeri haberleri duymaya ne yazık ki devam edeceğiz.
Tıpkı
devletten koruma isteyip öldükten sonra korunan şiddet mağduru kadınlar gibi...
Peki çocuk istismarının gerçek karşılığı nedir?
Konuyu
açtıkça, bizleri çok ilginç yerlere götüreceğini göreceksiniz birazdan.
Dünya
Sağlık Örgütü’nün (WHO) çocuk istismarı tanımı:
“Çocuğun
sağlığını, fiziksel ve psikososyal gelişimini olumsuz etkileyen, bir yetişkin,
toplum ya da devlet tarafından bilerek ya da bilmeyerek tüm davranışlar çocuğa
kötü muameledir”
Bu
durumda zanlımız sadece Pozantı Cezaevi yetkilileri olmaktan çıkıyor.
Okullardaki
öğrenci dayakları, küçük yaşlarda “çırak” olarak çalıştırılan işçi çocuklar,
sokaklarda mendil satan ufaklar, yetiştirme yurtlarında yaşanan skandallar...
Yukarıda
saydığım ve saymadığım bir çok konuda çocuklara yapılan eziyetler aslında
“cezai” olarak “çocuk istismarı” kapsamında sayılıyor.
Sayılıyor
sayılmasına da...
Şimdi
çok daha vahim bir bilgi geliyor...
Ülkemizde
çocuk istismarı ne kadar “ceza kapsamında” olsa da, ihmal bir suç teşkil
etmiyor.
Bu ne demek?
Yani
istismarı yapan kişi veya kişiler ne kadar ceza kapsamına girseler de, buna
sebebiyet veren veliler hiçbir şekilde ceza almıyor.
Bir
düşünün...
Çocuklarının
“etini” ustaya, “kemiğini” kendine ayıran veliler...
Bir
şirket işletir gibi çocuklarına mendil sattıran “hijyen” ağaları...
O
çocukları doğurup, "bakamayacağım" diye yetiştirme yurtlarına teslim eden
ebeveynler...
En ufak
bir cezai müeyyideye tabi olmuyorlar.
İstatistiklere
göre, Dünya genelinde gelişmiş ülkelerde çocuk istismarı %1 ila %10 arasında
değişirken, Türkiye’de %10 ile %53 arasında değişen bir oran bulunmaktadır.
Bu “ruh
hastası” tabloya bakarken yetersiz yasalarımıza da bir bakalım mı?
TCK’nın
414. Maddesi gereğince 15 yaşından küçük bir çocuğa “zor kullanarak, tehditle
tecavüz edilmesi” 10 sene hapisle başlar.
Ama...
Eğer bu
eylemde “zor kullanma ve tehdit” olmadan tecavüz varsa sadece 5 yıl hapisle
başlıyor yargılamalar.
Kötü bir
şaka gibi ama maalesef gerçek!
Çocuk Hakları için “Birleşmiş” Milletler. Ya
biz?
BM Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989
tarihinde benimsenen ve 2 Eylül 1990 tarihinde yürürlüğe giren ve 142 ülke
tarafından imzalanmış olan bir sözleşme var.
Adına “Çocuk Hakları Sözleşmesi” deniyor.
Güzel ülkemiz ise bu sözleşmeyi 2 Ekim
1995’te uygulamaya başlıyor...
Şimdi ise Pozantı kayıtlarından bir dilekçe
ifadesini aktarıyorum. Sözleşmeyi ne kadar “uyguluyoruz” siz karar verin...
M.D. ve S.K.: “Tutuklanıp cezaevine
götürüldüğümüzde gardiyanlar bize bağırıp plastik borularla ‘ilk giriş dayağı’
attı. Adli mahkûmlara bize eziyet ettiriyorlardı. Ailemizin yatırdıkları
paraları kendileri harcıyordu. Taciz ve tecavüz olayları sürekli oluyordu.”
“A.10 koğuşundaki ....’nin, A.3’teki ....’nin
diğer mahkûmlara karşı cinsel taciz ve tecavüzde bulunduklarını duyduk.
Özellikle bir arkadaşımızın tecavüze uğradığını duyduk.”
Bu arada unutmadan ufak bir hatırlatma...
Bir yandan...
Bu kadar vahim bir tabloya sahip, bu kadar
yetersiz cezai müeyyidelere sahip, böylesine utanç verici ve sapkınca gelişmeleri
her geçen gün daha da yaşayan bir ülkeyiz.
Diğer yandan...
23 Nisan 1927’den beri, tüm dünya çocuklarını
misafir edip, tüm dünya çocuklarının “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı”nı
kutlayan...
Bir tuhaf memleketiz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder