6 Mart 2012 Salı

Ulusal "İstismar" ve Çocuk Bayramı


İktidarın, muhalefetin her gün birbirilerine başka kesici aletlerle “bel altından” vurmalarını bir kenara bırakıp, etrafımızda olan bitenlere bakmanın daha fazla “karın doyuracağını” düşünüyorum.

Zira bugünlerde “öteki” gündem oldukça yoğun.

Bazıları pek oralı olmasa da...

Son günlerde Pozantı Cezaevi skandalı ile yeniden gündeme gelen çocuk istismarı konusu da, aile içi şiddet gibi ülkemizin ezelden beridir kanayan en önemli yaralarından biri oldu bugüne kadar.

Zaman zaman sesler çıksa da, kalıcı çözümler bulunmadıkça ve yapılanlar “gerçek anlamda” cezalandırılmadıkça, benzeri haberleri duymaya ne yazık ki devam edeceğiz.

Tıpkı devletten koruma isteyip öldükten sonra korunan şiddet mağduru kadınlar gibi...


Peki çocuk istismarının gerçek karşılığı nedir?

Konuyu açtıkça, bizleri çok ilginç yerlere götüreceğini göreceksiniz birazdan.

Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) çocuk istismarı tanımı:

“Çocuğun sağlığını, fiziksel ve psikososyal gelişimini olumsuz etkileyen, bir yetişkin, toplum ya da devlet tarafından bilerek ya da bilmeyerek tüm davranışlar çocuğa kötü muameledir”

Bu durumda zanlımız sadece Pozantı Cezaevi yetkilileri olmaktan çıkıyor.

Okullardaki öğrenci dayakları, küçük yaşlarda “çırak” olarak çalıştırılan işçi çocuklar, sokaklarda mendil satan ufaklar, yetiştirme yurtlarında yaşanan skandallar...

Yukarıda saydığım ve saymadığım bir çok konuda çocuklara yapılan eziyetler aslında “cezai” olarak “çocuk istismarı” kapsamında sayılıyor.

Sayılıyor sayılmasına da...

Şimdi çok daha vahim bir bilgi geliyor...

Ülkemizde çocuk istismarı ne kadar “ceza kapsamında” olsa da, ihmal bir suç teşkil etmiyor.


Bu ne demek?

Yani istismarı yapan kişi veya kişiler ne kadar ceza kapsamına girseler de, buna sebebiyet veren veliler hiçbir şekilde ceza almıyor.

Bir düşünün...

Çocuklarının “etini” ustaya, “kemiğini” kendine ayıran veliler...

Bir şirket işletir gibi çocuklarına mendil sattıran “hijyen” ağaları...

O çocukları doğurup, "bakamayacağım" diye yetiştirme yurtlarına teslim eden ebeveynler...

En ufak bir cezai müeyyideye tabi olmuyorlar.

İstatistiklere göre, Dünya genelinde gelişmiş ülkelerde çocuk istismarı %1 ila %10 arasında değişirken, Türkiye’de %10 ile %53 arasında değişen bir oran bulunmaktadır.

Bu “ruh hastası” tabloya bakarken yetersiz yasalarımıza da bir bakalım mı?

TCK’nın 414. Maddesi gereğince 15 yaşından küçük bir çocuğa “zor kullanarak, tehditle tecavüz edilmesi” 10 sene hapisle başlar.

Ama...

Eğer bu eylemde “zor kullanma ve tehdit” olmadan tecavüz varsa sadece 5 yıl hapisle başlıyor yargılamalar.

Kötü bir şaka gibi ama maalesef gerçek!


Çocuk Hakları için “Birleşmiş” Milletler. Ya biz?

BM Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde benimsenen ve 2 Eylül 1990 tarihinde yürürlüğe giren ve 142 ülke tarafından imzalanmış olan bir sözleşme var.

Adına “Çocuk Hakları Sözleşmesi” deniyor.

Güzel ülkemiz ise bu sözleşmeyi 2 Ekim 1995’te uygulamaya başlıyor...

Şimdi ise Pozantı kayıtlarından bir dilekçe ifadesini aktarıyorum. Sözleşmeyi ne kadar “uyguluyoruz” siz karar verin...

M.D. ve S.K.: “Tutuklanıp cezaevine götürüldüğümüzde gardiyanlar bize bağırıp plastik borularla ‘ilk giriş dayağı’ attı. Adli mahkûmlara bize eziyet ettiriyorlardı. Ailemizin yatırdıkları paraları kendileri harcıyordu. Taciz ve tecavüz olayları sürekli oluyordu.”

“A.10 koğuşundaki ....’nin, A.3’teki ....’nin diğer mahkûmlara karşı cinsel taciz ve tecavüzde bulunduklarını duyduk. Özellikle bir arkadaşımızın tecavüze uğradığını duyduk.”

Bu arada unutmadan ufak bir hatırlatma...

Bir yandan...

Bu kadar vahim bir tabloya sahip, bu kadar yetersiz cezai müeyyidelere sahip, böylesine utanç verici ve sapkınca gelişmeleri her geçen gün daha da yaşayan bir ülkeyiz.

Diğer yandan...

23 Nisan 1927’den beri, tüm dünya çocuklarını misafir edip, tüm dünya çocuklarının “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı”nı kutlayan...


Bir tuhaf memleketiz...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder