16 Kasım 2011 Çarşamba

Başarı Güdüsü


Çok uzun zamandır Türk futbolu keyif vermiyor bana. Sadece şike soruşturmalarının gündeme bomba gibi düştüğü tarihten itibaren değil, çok daha öncesinden beri Türk futbolu keyif vermiyor bana.

İlk maçı kendi evimizde 0-3 kaybettik, ikinci maçta ise  “aslanlar gibi oynadık, ezilmedik, yıkılmadık, hem topla daha çok oynayan taraf da bizdik” diyor karşılaşmayı anlatan spiker.

Aklınıza bir şeyler geliyor mu?

Benim, hani şu meşhur 80 döneminde oynadığımız ve “makus” talihimizi yenemediğimiz anlı, şanlı ama bol gollü mağlubiyetler geliyor aklıma... İlk önceleri İngiltere’ye 8-0 kaybettiğimiz “yenildik ve ezildik” felsefesi ile başlayan süreç, sonrasında “yenildik ama ezilmedik” ile uzun yıllar devam etmişti. Ya hakem oyunları vardı, ya masa başı işler, veya hava kötüydü ya da futbolcuların kılı dönmüştü... Bahanelerimiz ne kadar bolsa, yenilgilerimiz de bir o kadar “destansı” oluyordu. Ezilmeden, dimdik ayakta... Öyle ya, her zaman kazanarak gerçek anlamda kazanmış olmazsınız. Biliyorsunuz çok sevdiğimiz bir bahanemiz de vardır, “gönüllerin şampiyonu”...

İşte dün akşam Hırvatistan’daki maçı izlerken de spikerin dilinden dökülen kelimeler beni ne yazık ki yine aynı mantaliteye ve o günlere götürdü bir kez daha. Önce “bu maçı çevirebiliriz” ile başlayan ve buram buram reyting kokan sözler “aman ha sonuna kadar kanal değiştirmeyin, boş verin Kanal D’deki “Küçük” Osman’ı, burada “Büyük” maç varken!..” diyordu adeta. Sonrasında o nakarat yerini bir sonraki şarkınınkine bıraktı “yenemiyoruz belki ama kötü oynamıyoruz”. Maç bitti, spiker ve yorumcu huzurluydu. Gelecek adına iyi sinyaller vardı (sorun sinyal gücünde değil telefonda ya hani!). Milli takımımız ise bir kez  daha deplasmanda oynadığı maçla “kimi gönüllerin şampiyonu” olmuştu bile.

Bir de futbolcular cephesinden bakalım bu “destansı” iki maça... 

Hiddink gitti ya, tüm dertler bitecek ve takımımıza sihirli bir değnek değecek artık. Oysa ki 3 sene kadar öncesine gidip Hırvatistan’ı, 119. dakikada yediğimiz golden 2 dakika sonra uzatmanın da uzatmasında attığımız golle maçı penaltılara götüren ve yarı finale çıkan takımımıza bakalım. O zaman bugünkünden çok farklı mı oynuyorduk? Daha organize, günümüz futbolunun her türlü özelliğini sahaya yansıtan, üst düzey oynayan bir milli takım mı vardı? 

Kocaman bir hayır!

O zaman olan şey futbolculardaki kazanma inancıydı, sahaya koydukları hırstı, ruhtu!..

Peki ya bu iki maçta ne vardı? İlk maçta görülen sarı kartlar ve cezalı duruma düşen futbolcular, taraftar tepkisi nedeniyle onlardan geri kalmayıp ana avrat Türk Halkı’na canlı yayında söven futbolcular, kazanmak için en ufak bir çaba göstermeyen futbolcular vardı.

Tabi suç onlarda değildi. Ne de olsa ligler geç başlamıştı ve form tutamamışlardı, şike travması yaşıyorlardı, seyirci baskısı vardı stres olmuşlardı, hava kötüydü soğuktan donmuşlardı veya kılları dönmüştü iğne ile oynamışlardı.

Geçin bu bahaneleri beyler! Başarı güdüsü yüksek olanlara ne hava, ne baskı işler...

Son olarak dünkü maçın sonunda spikerimiz sayesinde ne dersler aldık ondan da bahsetmeden edemeyeceğim... 

Top daha çok bizde, ezilmeden oynuyoruz, Hırvat ponpon kızların güzel popoları var, Hamit iki çeyrek maç oynayıp gelmiş ve Cuma akşamı Mahsun Kırmızıgül’ün dizisi başlıyor...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder