Sabah olmuş ve hava aydınlanmaya başlamış. Gece yerini güne, ay ise nöbetini güneşe bırakmaya çoktan hazırlanmış bile. Güneşte bir heyecan, bir heves var yine. Tıpkı dün sabah olduğu gibi ve yarın sabah da olacağı gibi. Nasıl ki biz insanlar her yeni güne biraz mahmurlukla başlayıp sonra yapmamız gerekenleri düşünüp bir an önce yataktan çıkmaya, ayılmaya çalışıyorsak, güneş de tüm gün boyunca bizlere eşlik etmek için erkenden görevi devralıp işe koyulmaya başlıyor.
Güne daha ilk göz açtığımızda çoğu zaman şuursuzca pencereye kayıyor bakışlarımız. Hava aydınlanmış mı, o sihirli ışık odanın döşemelerini ısıtmaya başlamış mı diye merak ediyoruz aslında farkına bile varmadan. Belki önce biraz kavga ediyor, sonra da bir kez daha doğduğu için içimizden küçük bir teşekkür ediyoruz kendisine, kim bilir.
Bana aydınlığı sevmeyen kaç insan gösterebilirsiniz?
Kabul ediyorum biraz kırgın olan ve bir süre görmek istemeyenler olabilir aramızda ama onsuz da yapamaz, yine aramaya başlarız o aydınlık ve sıcak yüzünü. Ne de olsa ışığını yüzümüze çevirdiğinde en büyük temennisidir parlatması gözlerimizin içini.
Peki, hepimiz böyle miyiz gerçekten de? Hiç mi gözleri parlamayan insan yoktur bu dünyada? Bu sorulara iyimser cevaplar verebilseydik o ışığa ne denli ihtiyacımız olduğunun ne kadar farkında olur, kıymetini nerden bilebilirdik ki dostlarım?
Karanlığın gizemli ve tuhaf bir çekiciliğinin olmasının yanında başka bir özelliği daha vardır. Kimi güzellikleri ortaya çıkarırken büyük bir bölümünü de gizler. Bunu iyi niyetinden dolayı yaptığını ve o güzellikleri bir sonraki güne, zarar görmeden koruyup saklamak istediğini bilirim. Ama ne yazık ki onun bu saf amacını kötüye kullanıp, suçu da ona atan insanların hikâyesi de bir o kadar eskiye dayanır.
“- Peki, bu insanları nasıl tanırız ve anlarız?” diye soruyor olabilirsiniz veya ne yazık ki çoğumuzun yaptığı gibi biraz daha umutsuz ve şüpheci davranıp, etrafınızdaki herkese ilk başta “- O da mı karanlıktan acaba?” diye haksız ve kuşkucu bir önyargıyla yaklaşabilirsiniz.
Kullanmayı çok sevdiğim ve şans eseri bir gün bir arkadaşımın da aynı sebeple bana hatırlattığı bir söz vardır.
“Eğer bir yerde küçük adamların büyük gölgeleri oluşuyorsa, orada güneş batıyor demektir.”
Bu sözü aklınızın bir kenarında barındırın ve çıkmasına izin vermeyin. Sonrasında ise aydınlığa bir kez daha teşekkür edin. Çünkü sabahın ilk ışıklarından akşam batana dek güneş size her daim yardım edecek ve uzun gölgeli küçük adamları görmenizi sağlayacaktır.
Peki ya geceleri?
Sakın karanlıktan korkmayın. Çünkü o zaman da güneş ışığını yansıtmaya devam eden ay ve diğer sayısız yıldız, gün ışığının yokluğunda sizi yalnız bırakmayacaklardır.
Gölgelerinizin her daim kısa kalması dileğiyle…
“Eğer bir yerde küçük adamların büyük gölgeleri oluşuyorsa, orada güneş batıyor demektir.” Gerçekten çok güzel bir sözmüş. Bu yazıyı öyle bir günümde okudum ki bazı şeylere doğru açıdan bakmamda ve belki de bir anlamda uzun gölgeli küçük adamlardan biri olmamamda bana çok yardım etti. Sanırım bunu yazdığınız için size teşekkür etmem gerekir.
YanıtlaSilEllerinize ve yüreğinize sağlık. Her daim gölgelerinizin küçük kalması dileğiyle, saygılar...
“Eğer bir yerde küçük adamların büyük gölgeleri oluşuyorsa, orada güneş batıyor demektir.”
YanıtlaSilGerçekten çok anlamlı bir söz. Bu yazıyı öyle bir günümde okudum ki, bazı şeyleri doğru düşünmemde ve davranmamda çok faydası oldu. O andaki duygularımla uzun gölgeli küçük adamlardan biri olmamı engelledi. Bu yazıyı yazdığınız için sanırım size bir teşekkür borçluyum.
Zihninize ve yüreğinize sağlık.
Gölgelerinizin her daim kısa kalması dileğiyle, saygılar...
Öncelikle içten yorumunuz(larınız) için teşekkür ederim. İki yorumunuzu da buraya koymakta bir sakınca görmedim.
YanıtlaSilİlk yorumunuz aklınızdan ilk geçenler, diğeri ise anlatmak istediklerinizi anlatıyor çünkü.
Şimdi ise kendinize belki şun sorabilirsiniz:
"Acaba aklımdan ilk geçenler mi? Yoksa üzerinde biraz düşündükten sonra yazdıklarım mı duygularımı daha iyi ifade ediyor?"
Bir yanlışlık sonucu iki kez yorum yazdım. İlk yorumu gönderirken bağlantım kesilmişti ben de gönderemediğimi düşünüp tekrar yazdım.
YanıtlaSilŞunu içtenlikle söyleyebilirim ki ikisi de doğal yazılmış şeylerdi. İfadelerimde belki biraz değişiklikler olabilir ama o da ne yazdığımı tam olarak hatırlayamadığım için olmuştur. 2. yorumda da yine aynı şeyleri yazmak istedim. Üzerinde düşünerek yazsaydım belki daha güzel şeyler çıkardı.
Yazınızı çok daha önce okumuştum. Tekrar okuduğumda beni ilk okuduğum güne götürdü ve o an yorum yazmak geçti içimden. Üzerinde düşünmeden ve fazla da uzatmak istemediğimden kısaca, duygularımı size aktarabilecek birşeyler yazdım. Aslında benim için önemli olan yayınlanması değil size ulaşması. Bu yazının yazarı sizsiniz çünkü:)
Şimdi ben şunu merak ettim: Ben bu açıklamaları yapmadan önce siz hangi yorumun duygularımı daha iyi ifade ettiğini düşündünüz?
Daha lisedeyken coğrafya hocamın bana öğrettiği çok önemli bir söz vardı. "Her zaman ilk işaretlediğiniz şık en doğrusudur" demişti. Ben de genel anlamda bakınca ilk verilen kararların o anda içten gelen en doğru karar olduğunu düşünürüm. Dediğim gibi istisnalar tabii ki olacaktır ama içinizden birşey yazmak gelmişse o yazılanlar filtreden geçmemiş en saf duygulardır.
YanıtlaSil