Bir cumartesi akşamüstüydü. Hava biraz kararsız, kendisiyle çatışmaya devam ediyordu. Bir yanı “batmadan güneşe bir fırsat vereyim” diyor, diğer yanı yağmurlarla gürlemek istiyordu. Denizde ise bir tedirginlik, gökyüzünün kararını bekliyordu. Ya coşacak engin dalgalara köpüklerini katacak ya da tüm uysallığıyla rıhtımları okşayacaktı.
Herkeste bir ekmek derdi varsa, gün boyu yaşanan rutin koşuşturmacalar eve eli boş gitmemek içinse, bu sadece insanlara mı mahsus sanıyorsunuz?
Bizler gibi erkenden mesaiye başlayan martıları izlemenizi öneririm. Gün içinde kaç defa Beşiktaş – Kadıköy arasında gidip geliyorlar kim bilir. İstanbullu sayılmanın olmazsa olmazlarından biri, vapurdan simitlerle martıları beslemekse, martılar için de bu güzel şehirde yaşamanın ilk şartı “o gerçek İstanbulluların” avuçlarından dökülecek birkaç parça kırıntıyı kovalamaktır.
her şeyin bir sırası var çocuklar birbirinizi üzmeyin. Hepinize yetecek kadar kırıntı mevcut elimizde, biraz sana biraz ona. Bir yandan sert lodosa karşı kanat çırparken diğer yandan da kısmetlerini bekliyorlar.
Biz İstanbullular onları besliyoruz da,
Ya beslenemeyenler?
Biz insanların yüzleri gülüyor da,
Ya gülemeyenler?
Ağır koşullarda, martılardan da fazla mesai yapan, üstelik sadece lodosla değil hayat şartları denen fırtınanın bin bir zorluğuna göğüs germeye çalışan sayısını bile bilmediğimiz kanatsız kuşları anımsadınız mı hiç?
Biz yorulunca gözlerimizi ovuşturup soluklanıyoruz da,
Onların iş başında mola şansı var mı biraz da olsa?
Biz daha fazla kazanmanın derdine düşmüşken,
Karın tokluğuna çalışan onlar değil mi yoksa?
Herkese yetecek kadar simit var da,
Herkeste onu paylaşacak kadar yürek var mı acaba?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder