Her geçen gün daha
fazla kızışan rekabet ortamında, çalışan kesimin bir bölümü kurumsal şirketler
için çalışırken, bir kısmı aile şirketleri, bir bölümü KOBİ’ler ve bir bölümü
de kişisel girişimleri için çalışmakta ve bir adım öne çıkmak için çabalamakta.
Özellikle, sıfatı ve
yapısı nasıl olursa olsun tüm şirketlerin belirli prensipleri ve değerleri, işe
girdiğimiz ilk andan itibaren oryantasyonlarda öğretilmekte, personel alımları
kurum kültürüne uygunluk derecesine göre yapılmakta veya “markayı temsil
edebilme” kriterlerine uygunluk aranmakta.
Peki ya temsil
ettiğiniz markayı “gerçekten de” en iyi şekilde temsil etmek için “olmazsa
olmaz” diyebileceğimiz önemli bir kriterin kaçımız farkındayız dersiniz?
“Kendimizin de bir
marka olduğunun farkında olmak.”
Şimdi dürüstçe
kendinize sorun lütfen. Kendinizin de bir marka olduğunuzun ne kadar
farkındasınız?
Çalıştığımız kurumları
en iyi şekilde temsil etmeye çalışıp, onların marka değerine uygun davranmanın
temeli işte tam da buradan filizleniyor.
Benliğinizin markası,
yani “kendiniz”!
İşte bu markanın
farkına daha net ve bilinçli varabilmek için çeşitli iş modellerini rahatlıkla
kullanabiliriz. Buradaki ipucu, tüm kurumların da bir “kişiliklerinin” olması
ve şahıs gibi yaşamlarını sürdürmeleri.
Bu yazımızda,
pazarlamada kullanılan ve en temel haliyle 4P olarak adlandırılan meşhur
pazarlama karmasının nasıl kişisel kullanıldığını inceleyeceğiz.
Git gide karmaşık bir
hale gelen dünyada, soruları ne kadar basit sorarsanız çözümleri de o kadar
kolay bulursunuz. Buna kendinizin çözümü de dahil.
Etkin bir pazarlama
için, Kotler’in ünlü 4P tekniğini de kendinize aynı basitlikte uygularsanız,
kendinizin içinde kaybolmak yerine daha sıkı sahiplenebilirsiniz.
Peki bunu nasıl
yaparız?
1.
Product
(Ürün): Dünya üzerinde veya tüm kainattaki her şey aslında bir
üründür. Bu ürünlerin bir bölümü yapay, bir bölümü de doğal yollarla üremiş
veya üretilmişlerdir. Bu sonuca göre aslında bizler de birer ürünüz ve çok
değerliyiz.
Satın
aldığımız veya gördüğümüz ürünlerin nasıl birer imajı ve algısı varsa,
öncelikle kendi ürünümüzün de nasıl bir algı yaratmasını istediğimizi düşünmeli
ve ona göre yola çıkmalıyız. Bu konuda çok net olmalıyız.
Kişisel
olarak kendi ürünüz nedir? Nasıl bir algısı vardır? Nasıl bir algı
oluşturmasını isterim?
2.
Price
(Değer): Her ürünün de bir değeri vardır. Örneğin, pahalı ve
lüks bir otomobilin değerini belirleyen faktörlerden bazıları; markanın
geçmişi, kullanılan malzemelerin kalitesi, gücü, detaylarıdır.
Bizim
değerlerimizden bazıları ise; aldığımız eğitimler, bugüne kadar çalıştığımız
kurumlar, içinde bulunduğumuz sosyal sorumluluk projeleri, mesleğimiz veya
gelirimiz, üyesi olduğumuz kulüp veya dernekler, edindiğimiz hobiler ve benzer
unsurlardır.
Bu
ve benzer kriterleri yazarak kendi değerimizi ortaya çıkarmaya ne dersiniz?
3.
Place
(Konumlandırma): Bir ürünün değerini
belirledikten sonra, onu nerelerde konumlandıracağımız önemlidir. Örneğin;
kendi dondurmasıyla ünlü Kahramanmaraş’ta, bölgenin damak tadıyla birebir örtüşmeyen
yabancı bir dondurma dükkanı açmak kulağa ne kadar mantıklı gelir?
Şimdi
de kendimize dönelim. Bugüne kadar kendimize nasıl bir kariyer yolu çizdiğimiz,
nerelerde çalıştığımız, gelecekte hangi konumda olmam istediğimiz, hatta hangi
şehirlerde veya hangi lokasyonlarda çalışmak istediğimiz bile kendimizi
konumlandırmamız için önemli unsurlardır.
Bugüne
kadar nerelerde ve hangi konumlarda çalıştığınızı gözden geçirir misiniz?
Gelecekte hangi konumda veya hangi şirketlerde olmak istediğinizi yazar mısınız?
4.
Promotion
(Tanıtım): Tüm aşamaların sonunda, artık ürünü hedef kitlemize en
doğru şekilde anlatmamız gerekir. Bunun için de etkin ve tutarlı reklam
kampanyaları, çeşitli tanıtımlar, PR aktiviteleri yapılır.
Farkında
olmasak bile, en yakınımızdaki kişilerle bile konuşurken aslında biz de tam
bunu yaparız. Kullandığımız kelimeler, kurduğumuz cümleler, beden dilimiz,
giydiğimiz kıyafetler ve daha bir çok ayrıntı, aslında kendimizi nasıl
tanıttığımızı gösterir.
Peki
siz kendinizi nasıl tanıtıyorsunuz? Bu anlamda daha iyi yapmak istediğiniz
yönleriniz neler olabilir?
Lütfen unutmayın...
Şirketler ve kurumlar,
nasıl “yaşayan organizasyonlar” olarak algılanıyor ve yönetiliyorsa, sizler de
birer birey olarak “yaşayan kurumlar” konumundasınız.